Abdullah Göngör
Devralınan Ekonomi
Duyunu Umumiye’nin getirdiği ve taşra kasabalarına dahi uzanan vahşi kapitalizmin sömürgesi haline dönüşmüş Osmanlı ekonomisinde halkın refahı, devletin içinde bulunduğu durumdan daha iyi değildi.
1838 yılında İngiltere ile yapılan ticaret anlaşması ile sağlanan şartlar kısa süre içinde gelişmiş ekonomilere sahip diğer batı ülkeleri ile de imza edilmiştir. Yabancı sermayenin gelmesi ile ekonomik kalkınmayı hedefleyen Osmanlı, sanayileşmiş batı karşısında sürekli dış ticaret açığı vermiş, bir nevi açık gümrükler ile rekabet gücü olmayan yerli üreticinin yok olma seviyesine kadar azalmasına sebep olarak ülkesini kısa sürede sefalete sürüklemiştir. 1854 yılında başlayan ilk dış borçlanma ile artarak devam eden borç yükü, kaybedilen savaşların getirdiği mali yüklerle birleşerek, ödenemez hâle geldi. Yüksek faizlerle verdikleri borçları tahsil etmek adına batılı ülkelerin baskısı ile kurulan Duyunu Umumiye ülkenin ekonomik kaynaklarının sömürülmesinde organizasyon kurucu özelliktedir. Birinci meşrutiyet ile güçlenen İttihat ve Terakki kendisinden önceki liberal politikaları terk ederek, ‟Milli İktisat‟ ve ‟İktisadi Uyanış‟ adı altında Müslüman-Türk Burjuvaziyi yaratmaya yönelik politikalar izlemiştir. Ülke içinde yabancı uyrukluların da Osmanlı vatandaşları ile aynı vergi ve yasal yükümlülüklere tabi olacağı 8 Mart 1915 yılında çıkarılan yasa ile kanunlaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın mali yükü ile birleşen mevcut durum; kuruluş dönemindeki Cumhuriyetimiz için ekonomik kalkınma ve sermayenin değerini bilinse de Osmanlı borçlarının 65%’inin de yüklenmesi ile daha içinden çıkılmaz bir hâl almıştır.
Dünya’da Ekonomi:
Dünya’yı kendi çıkarları için sömürü alanı olarak gören Batı; Birinci Dünya Savaşı sonunda galip devletlerin dahi mali yapılarının bozulduğu, üretim imkânlarının kısıtlandığı, bireylerin asgari şartlarda yaşamını idame ettirebildiği haldedir ve mağlup devletler için gerçekleşmesi imkânsıza yakın ağır şartlar içeren anlaşmalar imza edilmiştir.
Savaşı yaşamamanın getirdiği güç ile rakipsizce üretim ve dağıtım imkânı bulunan ABD dünya ekonomisini tek başına yönlendirir hâle gelmiştir.
İzmir İktisat Kongresi ve Hedefler:
İzmir İktisad Kongresi açılış konuşmasında “İktisadiyat demek her şey demektir” diyen Atatürk’ün ekonomiye verdiği önem “her şey” seviyesindedir. İkinci konuşmacı Ekonomi Bakanı Mahmut Esat BOZKURT “Ben hakimiyet-i milliyeyi, milli hakimiyet-i iktisadiye olarak anlarım” der. Kongre, 17 Şubat 1923 tarihinde 1135 delegenin oy birliği ile başkan seçilen Kazım KARABEKİR başkanlığında, Asım ve Fevzi ÇAKMAK Paşalar ile Rus Büyükelçisi Semyon ARALOV ve Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim ABİLOV katılımları ile toplanmıştır. 15 gün süren kongre 4 Mart 1923 tarihinde tamamlanmıştır. Alınan Misakı İktisadi kararları geleceğe dair umutların dayandığı ekonominin temel tanımlarıdır. Oy birliği ile kabul edilen “Hayat sigortasının münhasıran devletçe icrasını temin için milli bir hayat sigorta müessesesi vücuda getirilmesi” kararında olduğu gibi uygulamaya alınması o gün koşullarında imkân dahilinde olmayan maddeleri bulunsa da İzmir İktisat Kongresi Türkiye’nin iktisadi politikalarına yön vermiştir.
Devlet Ekonomiye Dahil Olur:
Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş olan iktisadi devletçilik anlayışı ile vatandaşın günlük tüketim maddelerinin karşılanması önceliğinde şeker fabrikaları kurulur. 1926 yılında Alpullu ve Uşak Şeker Fabrikaları üretime geçer. Alpullu Şeker Fabrikası, İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları Türk Anonim Şirketi sahipliğindedir. Şirketin sermayesi 500.000 lira olup, hisse dağılımı; %68 İş Bankası A.Ş., %10 T.C. Ziraat Bankası ve Trakya İlleri Özel İdareleri, %22 Trakya köylüsüdür. Bu fabrikalar zamanla ihtiyaç duyulan makinaları da üreten fabrikalara dönüşür. Fabrikaların kuruluş yerleri Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nda belirtilen “Bir fabrikanın yeri; onun işleyebilmesi için muhtaç olacağı enerjinin ve kömürün, suyun ve amelenin en kolay, en iyi ve en ucuz olarak tedarik edilebileceği ve iptidai maddesiyle mamulatının en az masraf ve külfet ve fedakârlıkla nakil ve sevk olunabilmesi imkânlarının mevcut olduğu yerdir” ilkesi ile belirlenir. Devlet yatırımlarına örnek olarak Nazilli Basma Fabrikası, pamuk üretiminin gerçekleştiği Büyük Menderes Nehri havzasında, enerji için gerekli linyit kaynaklarına ve üretilen ürünlerin sevki için İzmir – Aydın demiryoluna yakın bir coğrafyada, Sovyetler Birliği’nden narenciye karşılığı alınan borç ve teknik ve beşeri hizmet ile kurulur. “Her fabrika bir kaledir” diyen Atatürk 9 Ekim 1937’de fabrikanın açılışını yapar, Şevket Süreyya AYDEMİR’in aktardığı üzere; 480 büyük tezgâhın aynı anda çalışmaya başlaması ile “İşte bu bir musikidir” demiştir. 18 ayda tamamlanan, 230.000 metrekare alana kurulan fabrika muhteviyatında; 40 yataklı hastane, eczane, laboratuvar, okuma-yazma kursu, 980 öğrencinin eğitim gördüğü okulu, çalışanların çocukları için kreşi, örnek teşkil edecek 264 daireli lojmanı, misafirhaneleri, lojman dışından gelecek çalışanlar ve halkın fabrikaya ulaşımı için treni, 700 kişilik sinema salonu olarak da kullanılan kültür merkezi, elektrik santrali, su santrali, telefon santrali, halk evi, golf sahası, basket ve futbol sahaları, boks ringi, tenis kortu, paten pisti gibi spor alanları, itfaiye teşkilatını ve dahasını içeren tesislere sahipti. Lojman, fabrika ve diğer müştemilat kalorifer ile ısıtılmaktaydı. Sosyal fabrika anlayışı ile bünyesinde; mizah da içeren gazetesi, radyosu, 1948 yılında opera da sergileyen müzik grupları, tiyatro grubu, Sümer Spor adında bir spor kulübü, çalışanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuş bir kooperatifi, çalışanların yılda 15 gün tatil yapacakları Kuşadası’nda bir tatil köyü mevcuttu. Sadece fabrika alanı ve çalışanlara değil tüm Nazilli’ye imkânlarını açan fabrika şehrin ekonomik ve kültürel yapısına büyük değer katmıştır.
İzmir İktisat Kongresi “Özel girişimcilerle gerçekleştirilemeyecek yatırımlar devlet tarafından yapılmalıdır, ham maddesi yurt içinden sağlanan sanayilere öncelik verilmelidir, küçük imalattan büyük işletmelere geçilmelidir…” kararları uygulanmaya devam edilmeli, bir adım ileri taşınması için çalışılmalıdır. Devletin ekonomiye dahil olma şeklini belirleyen Atatürk’ün mirası, bu yapılanmanın geleceğimize örnek teşkil etmesidir.
Kongrede de belirtildiği üzere , ulusal bağımsızlığın en büyük koşulu ekonomik bağımsızlıktır. , nüfusunun çoğu eğitimsiz savaştan yeni çıkmış, topraklarının yarısını kaybetmiş, yaşli, kadın ve çocuklardan oluşan, ekonomik altyapisi tahrip olmuş, ulusal sermaye denilen şeyi topraklarından ibaret, darmadağın ve nüfusu 20 milyon seviyesindeki bir ülkede bağımsızlık kazanma ruhuyla toplanan kongrede “misak-i iktisadi” yemini edillip cumhuriyetin ekonomi politikaları belirlenmiştir. Günümüzde bütün dünyada kabul görmüş, üzerinde çalışılıp geliştirilmiş olsa da özünde aynı olan teorilerin sahibi, ekonomiye hayatını verdiği gibi dünya ekonomisinin yaratıcısı sayılan Keynes’in 1936’da ortada koyduklarının, yıllar önce ekonomist değil bir asker tarafından açıklanması İzmir İktisat Kongresi ve bunun mimarı Mustafa kemal Atatürkün zamanın ne kadar ilerisinde olduğunu kanıtlar niteliktedir. Her ne kadar
TBMM’nin bu dönemde başlıca uğraşı yurdu işgalden kurtarmak olsa da, bu şartlar altında bu kongrenin yapılması, hatta yapılmasının düşünülmesi bile ülke yönetimi ve koyulan hedeflerin ne kadar bütün ve etraflıca düşünülmüş olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Milliyetçi, liberal, özel girişime dayalı, dışa açık, ekonomik bağımsızlık yanlısı ve kalkınmacı bir anlayış çerçevesinde belirlenen ekonomik politikalar, günümüzde refah seviyesi olarak model gösterilen ülkelerin politikalarıyla oldukça benzerlik göstermektedir. Bütün bu unsurlar göz önüne alındığında, yaşatılabilecek ve günümüz şartlarına göre revize edilmiş bir Misak-i iktisadi, sadece kültürel bir mirası yaşatmış olmakla kalmayacak, aynı zamanda geleceğe dönük planlamalarda ekonomik gelişimin doğru temellere oturtulmuş bir durumda şekillenmesini sağlayacaktır.
Diğer Konuk Yazarlarımız
Alkan Yılmaz





























